Ana Sayfa Aktuel Küreselleşme ve kültür emperyalizmi – Yeni Akit

Küreselleşme ve kültür emperyalizmi – Yeni Akit

0

Kendinin ilk farkına vardığı andan başlayarak varlık ve informasyon konularında yerküreyi Avrupa merkezinden tanım eden garp erkeği, bugün askerî ve iktisadî avantajlarına ilave olarak, geliştirdiği yazışma teknolojileri yardımıyla şahsen kültürünü global medeniyet olarak benimsetmesini bilmiştir.

Bir buyurman memuruna, bir patron işçisine, bir muallim öğrencisine ne yapması icap ettiğini söyleyebilir. Ancak kimse hiç kimseye ne hissetmesi icap ettiğini söylemesi imkansız. Daha doğrusu söylese bile bir “emir-komuta zinciri”ndeki kesinlik ve serilikte netice alamaz.

Hipnoz bunun bir istisnasını oluşturuyor şeklinde görülebilir. Havanın sıcak bulunduğunu söyleyip terletmek, soğuk bulunduğunu söyleyip titretmek mümkün olabilir. Ancak her insanın hipnoza yatkınlığı eş seviyede olmadığı amacıyla gene herkesten eş netice alınamaz.

Kültürün pek fazlaca tarifi olmakla birlikte, bu tariflerin ortak paydası onun içtimaî yönüdür. Bir toplumun medeniyeti o toplumun karakterini oluşturur. Medeniyet, bir toplumun yaşam tarzıdır. “Seni sen icra eden, o şeyi o şey icra eden, kendini-varoluşunu oluşturan, yerküreye, hayata, özetlemek gerekirse tüm şeylere bakışını gösteren, rengini veren şeylerin bütünüdür.”*

“Fertlerin üyesi oldukları topluma ilişik değerleri, davranışları, informasyon ve yetenekleri, sosyal rolleri, ölçü ve değerleri, kısacası o toplumun kültürünü öğrendikleri etkileşim geçen zamanı toplumsallaşma (sosyalleşme) olarak adlandırılır.” (1) “Toplumsallaşmanın iki fonksiyonu vardır; bunlardan biri benliğin gelişmesini sağlamak, ikincisi ise kültürün bir nesilden öteki nesle aktarılmasını sağlamaktır. Toplumlar değerlerini, sosyal davranışlarını, kültürel miraslarını nesilden nesle aktararak şahıslarını tekrardan üretirler. Toplumsallaşma vasıtasıyla her cemiyet, her taze neslin o toplumun değerlerini ve normlarını öğrenerek büyümesini, böylece toplumun kendinden beklediği davranışları yerine getirmesini sağlar. (2)
ÖNE ÇIKAN VİDEO

Parakuta’da da tabir edilmiş olduğu şeklinde, “yaşam seçimi, devamlı üretilmesi gerekendir”, “insanoğlunun beslendiği, büyümüş olduğu, yetiştiği iklim”dir, kişiyi yapı edendir… “İnsanın özüne olumlu (toplumca kabul edilen) insanca davranışları öğrenme geçen zamanı olan toplumsallaşma doğumla adım atar, ölene dek sürer ve ferdin yaşamış olduğu medeniyeti (1) öğrenmesini, (2) taşımasını ve (3) gelecek nesillere aktarmasını ihtiva eder.” (3) Her üç basamakta da kendi yaşayarak gerçekleştirilir.

Görerek, yansılamak ederek, rol model olarak öğrenme, bebeklik yıllarında başlayıp hem formel eğitim içinde hem de hergün hayatta ölünceye kadar süren öğrenme faaliyetinin en mühim boyutunu oluşturur. Ilerleme psikolojisinde de bireyin görerek ve yansılamak ederek öğrenmesine hususi bir vurgu yapılır. Psikoloji temelli kişisel ilerleme sistemleri de, insanoğlunun öğrenme süresi boyunca başarı göstermiş bireyleri rol model almasını daima en mühim yöntem olarak sunarlar.

İlahî davetin bizlere ulaştırılmasında peygamberlerin görevlendirilmesi eş hikmete mebni… Peygamber Efendimiz’in vahiy dilinde “en güzel bir emsal” olarak vasfedilmesini de eş bağlamda düşünebiliriz. Peygamber Efendimiz’den sahabîlere, onlardan tabiîne ve onlardan tebe-i tabiîne yaşayarak aktarılan İslâm, günümüze kadar böyle gelmiştir. Okuyup anladıklarımızdan ziyade, tanıklık ettiğimiz bir ömür, “düşüncesi yaşamak; yaşamayı düşünce bilen”in hayatı bizi biz yapmakta.

Mürid-mürşid ilişkisi ve bağlantı şeklinde tasavvufî pratikler de bu bağlamda ele alınmalı. Tasavvuf literatüründeki “diri kedi, ölü aslandan evladır” sözü de dinin yaşanarak aktarılması ve görerek, yansılamak ederek, hâline bürünerek, şu demek oluyor ki mürşidini rol model alarak öğrenilmesi vaziyetine im etmektedir kanaatimizce.

Küreselleşen Guguk Kuşları

Kendinin ilk farkına vardığı andan başlayarak varlık ve informasyon konularında yerküreyi Avrupa merkezinden tanım eden garp erkeği, bugün askerî ve iktisadî avantajlarına ilave olarak, geliştirdiği yazışma teknolojileri yardımıyla şahsen kültürünü global medeniyet olarak benimsetmesini bilmiştir. Guguk kuşu, öteki kuşların yuvalarına yumurtlar ve yumurtasını yuvasına bıraktığı kuş, şahsen yavrularını öldüren guguk kuşu yavrusunu yetiştirip büyütür. Aynı da diyebileceğimiz eş bunun şeklinde Garp da, tv, beyazperde, web şeklinde vasıtalarla şahsen insanımızı, içine doğduğu ailesinin ölçü ve değerlerine değil batılı ölçü ve değerlere yöneltmekte, onu şahsen medeniyeti arasında değil garp medeniyeti arasında sosyalleşmeye zorlamakta, iyi mi yaşaması icap ettiğini batıdan öğrenmeye sevketmektedir.

Başta bahsedilen kültürlenme terimi sosyoloji ilminde iki değişik boyutuyla ele alınmaktadır:

(1) “Kültürel gruplarla grupların bireysel üyeleri arasındaki temasın kararında meydana çıkan kültürel ve bireysel değişiklik geçen zamanı” ve (2) “değişik kıymet ya da kültürlere haiz toplumsal yada etnik öbekler arasındaki direkt ve devamlı temasın kararında, gruplardan biri yada ötekinin diğer grubun kültürünü, kültürel özelliklerini toptan yada kısmen benimsemesi geçen zamanı.” (4)

Pek fazlaca değişik tarifi mevcut olan küreselleşmenin, yukarıdaki bu iki tarifin sentezine ilave olarak emperyalizmi de içine alacak tarzda daha geniş bir tarifi yapılabilir.

Değerler sistemi mevzusunda birtek vakit etkisiz olmayıp baştan sona politik bir zaman şeklinde ilerleyen eğitim ve öğretim söz mevzusu olduğunda eleştirel pedagojinin en mühim adı Poolo freirre, “En güçlü denetim zihinlerin dikkati olmak durumundadır. Bu da eğitim kanalıyla gerçekleştirilir.” (5) demektedir.

Dil ve İdeoloji

Düşüncenin sureti olan dil, gerçekliği iyi mi algıladığımızı da şekillendirmekte; hislerimize, düşüncelerimize ve davranışlarımıza, ifadeye dökülecekleri kalıplar sunarak bir çerçeve çizmekte… Eşya ve hadiselere mana yükleyen zihnimiz, bir bakıma sınırlarını çizip şablonlarını oluşturan dil tarafınca sınırlandırmakta; ölçü, düşünce, kıymet ve ahlâkın taşıyıcılığını dil yapmakta.

Semiyoloji denilince ilk düşünceye gelen adlardan Rolan Barthes’e nazaran “dil birtek tarzda suçsuz ve yansız bir yazışma vasıtası değildir. Sözcüklerin ideolojik bir belleği vardır.” Barthes, grup yazışma vasıtaları tarafınca benimsenen kodlara eleştirel bir yaklaşımı benimserken; edebiyat (yazınbilim), “reklamlar ve ideoloji şeklinde değişik meydanları da bir dil sistemi olarak ele alıp çözümleme etmekte.” Barthes, “Saussure’ün belirtke teorisine nazaran şekillenen dili, sosyal ve kültürel hayatın yapısını anlamanın temeli olarak” görmektedir. (6)

Felsefe yapısalcı yaklaşımın kurucularından Levi-Strausss’a nazaran “şahsen medeniyet çevremizden ve arasında bulunduğumuz kavramsal bağ ya da çerçeveden kaçabilmemiz mümkün değildir. Kendimizle alakalı mühim doğruların bilinçte bulunmadığını korumak için çaba sarfeden Levi-Strauss, bu doğruların, yerkürede, ifadelerimizde ve yaratıcılarımızda, lügatımızda ve kültürümüzde, edebiyat (yazınbilim) ve öykülerimizde, kısacası ürettiğimiz şeylerde mevcut olmamak vaziyetinde bulunduğunu söylemiştir. Ona nazaran biz, ilk olarak şuur değil de, dilin, kültürün ve eğitimin yapıtı olan sosyal yaratıklarız. (7)

Saussure, Barthes, Levi Strauss şeklinde yapısalcılar “sorumluluğu serbest kişiye bırakan Sartre’ın tam tersine insanoğlunun, bilgili iradesinin ötesinde ya da bireysel kontrolünün haricinde kalan yapılar tarafınca iyi mi yapılmış oldu ya da oluşturulduysa o şekilde bulunduğunu öne sürerler. Mesela yapısalcılara nazaran, dili kullananın kişi bulunduğunu söylemekten fazlaca, dilin kişiyi kullandığını dile getirmek gerekir. (…) Yapısalcılıkta fert toplumsal gerçekliğin faili yada şekillendiricisi olarak değil, ancak ilişkilerin edilgen bir yapıtı olarak görülür.” (8)

Locan’a nazaran “dil, bir kimsenin tek başına bir varlık olarak kendinin ayırdına varmasının mecburi önkoşuludur. Dilin, içinde cemiyet tarafınca verilen şeylerin, şu demek oluyor ki kültürün, yasakların ve yasaların taşındığı bir vasıta bulunduğunu korumak için çaba sarfeden Locan’a nazaran, özneleri aralarında birbirlerine nazaran, taşıdıkları karşıtlıklar kanalıyla tanımlayarak özelliğin temelini kuran ben-sen diyalektiğidir. (…) Gene ona nazaran bizim gerçeklik olarak gördüğümüz ve nitelediğimiz şey dil tarafınca yapı edilip yansıtılır ve dilsel değişimlerle beraber farklılığa uğrar.” (9)

Derida’ya nazaran de “bir merkez olarak özne, gittikçe ve tarihsel olarak dilin kullanımıyla oluşur; ben, dilin bir sonucudur. (…) Dil bizde, içimizde ikamet etmez; biz dil arasında ikamet ederiz. (10)

Yazının başındaki sosyolojik literatüre dönecek olursak, normun ahali yordamı, örf ve kanun boyutlarından İslâm’ın dışlanması nedeniyle İslâmî değerlerin edinilmesi, nakil edilmesi, aktarılması ve tekrardan üretilmesi engellenerek genç kuşakların garp kültürünü edinmeleri, taşımaları, aktarmaları ve tekrardan üretmeleri şeklinde bir husus meydana çıkmakta.

Garp, guguk kuşu gibi bizim gençlerimize musallat olmakta, “cikcik/twitter”dan ibaret düşünceler, sıradan de olsa idealler ve rol modeller sunmakta; İslâm ise camiye hapsedilmiş, cemiyet planına çıkamamakta. İşte bu şekilde bir orta derecede İBDA Mimarı’nın her fırsatta vurguladığı sistem gereksinimi özünü hissettirmekte, veli menkıbelerinin iyi mi kalbe güç veren ordular oldukları sezilmekte, İslâm inkılabının hem vasıtası hem de gayesi olan BD-İBDA İslâm’a Söz soylenilen Düşüncesi’nın toplumun genel düşünce çerçevesine oturtulması zorunluluğu olanca azametiyle meydana çıkmakta.

İşleyici ve işletici ödat olarak ahlâk’ın medeniyet ve yapı bakış yönünden ehemmiyeti anlaşılınca, oyuncak kabilinden makinalardaki teknik gelişmenin lafı da önemini yitirecektir. Tek derdimiz keyfiyet… Tek bir gözü açık erkeğe bakar uyuyanların uyanması…

* Şükrü Sak’ın S. Mirzabeyoğlu ile röportajı, Baran Dergisi 391. Adet 3-7 shfler
Burhaneddin Yalçın, Aylık Dergisi 139. Adet Nisan 201

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz