Türkiye’nin yaşayan en kıymetli münevverlerinden Büyük Doğu topluluğunun mühim adı Mevlüt Koç Baran Malumat’de gösterilen makalesinde ‘“Kesin Düşünce”den neş’et etmeyen sistemlerle seviye aradığımızda, bulacağınız seviye düzmece bir düzendir. Şu sebeple “data tek, çokluk bilinendedir”. Çağıl aklın bilgisi ise toksik, bununla birlikte çok kişinin olduğu, yoğunluğu nisbetinde de keyfiyet bakımından fakirdir.’ ifadelerine mekan verdi. İşte o yazı…
Şahsen zırvalarına inanan, meçhulü var olmayanla karıştırmaya meyyâl şarlatanlardan değilseniz; biçim sezgisiyle formlardan akla ilerleyebildiğiniz nisbetde mânâlar tecelliye gelecek, eşyaya dâir malumatı önceleyen bu bakış, özne nesne bütünlüğünü temin etmiş olduğu nisbette size tam bir tanıma elde edecektir. Zira yaşamın kökeni sırdır. Ve “âlemde her bir şey, Hakk’ın kendine bilerek tecellilerinin mazharı” olması hasebiyle gerçekleşmeden ilkin mümkün olma özelliğiyle vardır; ve bu birşeyler bir yerlerden bizlere bakıyor olabilir. Lâkin biz, bedahetlerle yaptığımız işlerin malumatını ve tecrübeyle edindiğimiz malumatı hafife aldığımız, ayrıca data olarak kabul etmediğimiz amacıyla, bu şeylerin izharı (görmemiz, keşfetmemiz, kullanmamız, geliştirmemiz) yüzlerce, ayrıca binlerce senelik bir gecikmeyle gerçekleşebilir. Ve sanılanın tersine bütün teknolojik gelişmelere karşın bu zaman çağıl zamanlarda daha da uzamıştır. Dolayısıyla teknolojiye duyulan büyük coşku, farkında olma ve liberal demokrasinin değerleriyle kurumlarının reddine dayanan “tepkisel modernizm”, kesin mânâda mantık dışı değildir. Zira kişi olarak bizim misyonumuz, Hakk’ı, âlemin Rabb’i olarak tanımaktır. Ve âlemde her bir şey, o şeyin, Hakk’ın hangi ilâhî isminin hükmü aşşagıda olduğunu gösteren bir işarettir. İşaretten belirti edilene yönelebildiğimiz nisbetde eşyanın hükümleri kaybolur ve Hakk’ı halkta tanırız. Dolayısıyla “büyük sanatkârlar” eşyada Hakk’tan başkasını görmez. Halkın düşüncesi ise gözündedir… Sonsuzluk ve ifâde edilmezliği güzel duyu bir ifâdeye kavuşturamadığı amacıyla çokluktan birliğe ulaşamaz. Yalnız eşyanın hükümlerini görür ve onlara inanır.
“Bir şeyin eş, eş oldukları şeyden başkadır” tezi, İbda Diyalektiğinin temel tezlerindendir. Ve bir şeyle o şeyin çeşitli fonksiyonlarının hatalı korelasyonuyla varılan tümleştirme sorununa dikkat çeker. Ancak neyi bilmediğini de bilmeyen teorisyenler, bizzat ürettikleri modeller ve sistemlerle nadir vuku kabul eden, dolayısıyla izinin sürülmesi zorluk derecesi yüksek ve tarihin büyük bölümünü şekillendiren sıradışı havadisleri öngörebilecekleri, neticelerini bütün uzantılarıyla kuşatabilecekleri zannı arasında hareket ederler ki, bu bir illüzyondur. Bu şekilde bir yanılgı tek beklenmedik olduğundan gerçekleştirilen ve hayatlarımız üstünde büyük bir tesiri olan sıradışı havadisleri görmemizi engeller. Oysa yaşam, hafızamızda tecelli etmiş olduğu biçimden oldukça daha karmaşık, insanoğlunun hayatla ve çevreyle ünsiyeti de Darwinci teorinin tezlerinden oldukça daha gizemli bir birşeydir. Ancak kalbimiz ve beynimiz duygulardan oldukça sayılarla-çizelgelerle dolu, zihnimiz ise zamanı düz ve çizgisel bir şeye dönüştürme meyilinde olduğundan hadiselere “sır idraki” ve “meçhûle saygı tavrı” arasında bakamayız. Bu da eşya ve havadislerin görünmeyen mantığını alt-üst ederek, bizi ender görülen hadiselere karşı savunmasız bırakır. Dolayısıyla “Kesin Düşünce”den neş’et etmeyen sistemlerle seviye aradığımızda, bulacağınız seviye düzmece bir düzendir. Şu sebeple “data tek, çokluk bilinendedir”. Çağıl aklın bilgisi ise toksik, bununla birlikte çok kişinin olduğu, yoğunluğu nisbetinde de keyfiyet bakımından fakirdir. En kolay bir vakıayı doğrulamak bile, zarurî halde birbirini çağrı eden bir sürü teyide ve bunların sonsuz-sınırsız bir zeminde birikimine bağlıdır. Ve ne yazık ki bu zemin eşyayı değil, eşya üzerinde söylenenleri bilmenin zeminidir ve dedikodudan ibarettir. Dolayısıyla, hakikati arayan amacıyla lüzumlu olan; doğru fikri, doğru fikir faaliyetiyle sonsuza kadar kesiştiren düzenleyici kodları temin edecek “Tüm Düşünce”dir. Bu olmadığı süre eşyadaki sır da sonsuza kadar gizli kalır.
İnsan imali, çağıl olarak yapılandırılmış, mâlik mülküne haiz çıkmasın da her şeyin dikkati bizde olsun zihniyeti arasında bilhassa karmaşık bir hâle getirilmiş sistemler, tahmin edilebilirliği azaltan, ayrıca tümüyle ortadan kaldıran yapılardır. Birbirilerine olan karşılıklı bağlılıkları ve bağımlılıkları nedeniyle de katlanarak çoğalan, denetim edilemeyen reaksiyon silsilesi doğurmaya meyyâl sistemlerdir. Dolayısıyla bu çeşit sistemlerle seviye aradığınızda, bulacağınız şey düzensizliktir. Zira karmaşık bir yerkürede neden teriminin özü bile kaygılı, ayrıca tesbit edilemez ve tanımlanamazdır. Bu biçim bir anlayışla hadiselere yanaşan bilinç, gerçekle uyduruk denge arasındaki farkı anlayamaz, işlerin iyi mi yürüdüğünü bilmesi imkansız. Yaygın kanı teknolojik data arttıkça öngörü dünyamızın da genişleyeceği yönünde olsa da, paradoksal halde, teknolojik data arttıkça sıradışı konular de o nisbetde öngörülemez bir hâle gelmektedir. Sun’î olandaki artma ve tabiî olandan kopuş fazlalaştıkça karmaşıklık artmakta, resmî yapıların büyüklüğü ve bunların tâbi oldukları katı yasal organizasyonlar de ister istemez bizzat arasında gayrî resmî ve düzensiz yapılar üretmektedir.
Türk toplumu, iki yüzyıldır kendine doğru diye belletilen yanlışların açmazı ve zamansız korkularının ezikliği arasında yaşadı. Sanki suçluymuş benzer biçimde kendini hep müdafa gereksinimi arasında hissetti. Giderek de gerçek arayışından koptu. Geçmişin bütünüyle red ve inkârına dayanan bu zaman, ne yazık ki arkasında bizzat değerlerine en azılı düşmanlarımızdan daha kudurganca düşman edilmiş milyonlarca “kurban” bıraktı. Ancak Türkiye’nin artık modernin bir farklı boyutunu oluşturan, ya da postmodern bir başlangıc hâlinde tezahür eden kof ideolojilere, içi boş birlikteliklere tahammülü yok! Dahası, sömürgeciliği taze zamanlara uyarlayarak hâkimiyetini sürdürmeye çalışan Garp merkezli politikalara asla tahammülü yok! Zira tarihin merkezi giderek Doğu’ya kayıyor ve bunama belirtileri gösteren Avrupa ise artık ihtiyar ve hasta olan… Taze yollar, taze metodlar arayışı arasında olsa da sanatı, edebiyatı, bilim ve fikir dünyası dengesini tümden yitirmiş vaziyette. “Garp modeli” Türkiye, Rusya, Çin benzer biçimde imparatorluk maziyi olan ülkelerde tutmadı ve yenilgiye uğradı. Bu hâliyle de, âdeta çekip gittiğinin ve giderken de yerini taze bir sisteme bırakmakta bulunduğunun haberini veriyor. Lâkin çöküş geçen zamanı uzadıkça yerküreye verdiği ziyan da fazlalaşıyor tabiî…
ÖNE ÇIKAN VİDEO
Büyük bir hesaplaşma yaşanıyor. Ve yerküre muhteşem hadiselere hamile! Bu havadisleri kestiremediğimiz süre, tarihin seyrini de kestiremeyiz. İşin vahim tarafı, havadisleri doğru okuyabilecek, krizleri yönetecek, çare üretecek, kitleleri ardından sürükleyecek karizmatik önder de yok! Aslına bakarsak krizlerin kaynağında da bu var. Yerküre malî ve siyasî kuvvetleri arasındaki parçalanmayı vesile bilen Global Çete, bu yokluktan da istifade ederek kuvvet dengeleriyle istediği benzer biçimde oynuyor. Haçlı-Siyonist ittifakın Türkiye’yi ve İslâm dünyasını teslim alma girişimiyse büyüyerek ve genişleyerek devam ediyor. 15 Temmuz, normal olarak ülkeyi işgale yapmaya amaçlı bir darbe teşebbüsüydü. Fakat bundan da öte, Afganî’ye; “Dinin kafasını sadece dinin kılıcıyla koparırız” diyen Muhammed Abduh’un bu gayesiyle örtüşen ve bütünüyle İslâm’a amaçlı şeytanî bir plândı. Dolayısıyla arasından geçmekte olduğumuz zaman, hem Türkiye hem de İslâm dünyası amacıyla bir varlık-yokluk mücadelesi sürecidir. Direnç etmek, dayanıklı olmak yetmez! Bizi direnişten dirilişe geçirecek, zehri şifaya, dezavantajları üstünlüğe dönüştürecek bir bünyeye ihtiyacımız var. Çareyi yalnız ekonomi-teknoloji ekseninde aramak, eğitimin gayesini ancak ekonomik büyümeye endekslemek hatalı olur. Zira insanoğlunun değişmediği bir mekanda tekbir şeyi değiştiremezsiniz. Dolayısıyla, bugün haiz olduğumuzdan başka-farklı bir eğitim sistemi elzemdir. Maddî taşıyıcılar üstünden toplumun genel düşünce çerçevesine bizzat yerküre görüşümüzü yerleştirecek taze medeniyet politikaları, taze müesseseseler, taze kaideler ve taze davranış alışkanlıkları edinmemiz gerekir. Inatçı takdirde bizzat değerlerine haiz çıkacak, bu tarz şeyleri yükseltecek ve sürekli kılacak soylar yetiştirmemiz çok güç.
Aylık Dergisi